|
||
![]() |
Batı’nın Yüzyıllık Planı | |
Mehmet KARAGÜL | ||
karagul@karagul.org | ||
Bu dünya hayatının, iyiler arasında dayanışma ve kötülerle ise mücadele olduğu muhakkaktır. Bu anlamda hak ve batıl arasındaki çatışmanın Hz. Âdem’den Kıyamet’e kadar aralıksız bir şekilde sürecek olması yaşadığımız dünyanın en değişmez kuralıdır. Dolayısıyla her daim bir mücadele vermek kaçınılmaz olduğuna göre, hangi tarafta yer aldığımız ile dost ve düşmanı kimlerden edindiğimiz çok iyi tahlil edilmek zorundadır. Çünkü düşmanın en tehlikelisi size karşı düşmanlığını gizleyebilendir.
I. Dünya Savaşı’nın ardından 26 parçaya bölünen Osmanlı Devletine ait topraklarında bugün 70 farklı siyasal yapı hüküm sürerken, bunların birçoğu gerçek anlamda DEVLET olma özelliğinden yoksundur. Hâlihazırda 200’ün üzerinde olan Dünyadaki devlet sayısını, önümüzdeki 50 yıllık sürede 400 ile 800’e çıkarmayı hedefleyen Batılı güçlerin, bu hedeflerinin gereğini 100 yıl önceden yapmış olduklarını görüyoruz.
Sömürgeciliği 19. yy’da fiili işgallerle gerçekleştiren Batılı ülkeler, I. ve II. Dünya Savaşından sonra bu uygulamanın maliyetinin çok fazla olması nedeniyle, halen devam eden yeni bir sömürge politikasını devreye sokmuşlardır. Özgürlük, bağımsızlık, demokrasi ve insan hakları gibi pozitif kavramlarla Müslüman ülkelerdeki insanları, etnik ve mezhep temelli farklılıklara dayanarak ait oldukları devletlere karşı sürekli isyana teşvik etmektedirler.
Böyle bir kalkışmanın toplumda taban bulması ise bağımsızlık verilen ülkelerdeki yönetimlerin hep azınlıkların temsilcilerinden seçilmesiyle mümkün olacaktı. Çünkü böylesi bir siyasal yapılanma ile devlet ve millet kaynaşmasının önüne geçilmektedir. Bu anlamda fikir babası Michel Eflak (Suriyeli bir Hristiyan) olan Baas rejiminin, çoğunluğu Şii olan Irakta Sünnileri iktidara taşırken, ekseriyetin Sünni olduğu Suriye’de ise Şiileri yönetime getirmesi bir rastlantı olmasa gerek!
Her iki ülkede de azınlığı temsil eden yönetimler, toplumdan destek alamadığından dış destekle ülkeye hâkim olmaya çalışmışlardır. Kendilerine iktidar yolunu açanların tam da isteği olan bu durum karşısında ilgili ülkeler, sömürü sisteminin devamlılığı şartıyla despot rejimlere desteğini devam ettirmişlerdir.
Ancak 1900’lü yılların sonu ve 2000’li yılların başıyla birlikte küresel yayılmacı güçler için yeni bir dönem başlamıştı. Yeni dönemde mevcut İslam ülkelerinin yeni çatışmalarla en az 2’ye, mümkünse 3’e ve 4’e bölünmesi gerekiyordu. Bunun için önceden kendilerinin iktidar yaptıkları ve sonra da despot uygulamalarına destek çıktıkları rejimlere karşı halkı “özgürlük” adıyla kışkırtmak gerekiyordu. Bundan da görülmektedir ki yüz yıl sonra despotluğu halka bahane edip yeni bir işgal ve parçalanma gerçekleştirebilmek için yüz yıl önceden despot rejimler yönetime getirilerek desteklenmiştir.
Evet, Saddam ve Esat yönetimi de Batı’nın bir projesidir. Ancak süregelen süreçte oyunun kurallarını hep Batılı ülkeler koyduğundan her geçen gün, İslam Âlemi için bir öncekini aratmaktadır. O yüzden bugün Irak halkı zalim Saddam’ı, Suriye halkı da despot bir yönetim de olsa önceki Suriye’yi arar hale gelmiştir.
Nihayetinde eğer İslam topraklarında gerçek bir barış, refah ve huzur isteniyorsa bunun tek şartı, yayılmacı güçlerin “farklılık zenginliktir” diyerek, bölge insanının arasındaki etnik ve mezhep temelli çatışma noktalarını öne çıkararak, müşterekleri unutturmasının bir sonucu olan iç çatışmaları bir tarafa bırakmasına dayanmaktadır. Ancak kabul edelim ki Batı’nın dâhil olduğu hiçbir ortamda böyle bir sonuca ulaşmak mümkün olmayacaktır. Dolayısıyla Bölge ülkelerinin ve insanının, Batılı güçlerden aldıkları destekle birbirlerine karşı verdikleri mücadeleyle, bekledikleri refah ve huzura kavuşmaları hiç bir surette mümkün değildir. |
||
Etiketler: Batı’nın, Yüzyıllık, Planı, |