Prof. Dr. Demirli: "Hazreti Mevlana’nın en meşhur eserinin adı yanlış biliniyor"

(İHA) - İhlas Haber Ajansı | 21.10.2019 - 11:26, Güncelleme: 25.08.2022 - 16:35
 

Prof. Dr. Demirli: "Hazreti Mevlana’nın en meşhur eserinin adı yanlış biliniyor"

  Özellikle büyük İslam düşünürü Muhyiddin İbnü’l-Arabi ve Sadreddin-i Konevi üzerine yaptığı çalışmalarıyla tanınan Prof. Dr. Ekrem Demirli, Mevlana’nın en meşhur eserinin adının yanlış bilindiğini söyledi.   Antalya Mevlevihanesi İrfan Meclisi’nin bu haftaki konuğu, İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ekrem Demirli oldu. Hazreti Mevlana’nın “Mesnevî” olarak bilinen kitabının gerçek adının “Fıkh-ı Ekber” ya da “Usul-i Din” olarak bizzat bu kitabın başındaki Arapça kısımda açıkça kaydedilmiş olduğunu ifade eden Prof. Dr. Demirli, “Bu isimlendirmeyi yerli yerince tespit edemezsek bu kitabı anlayamayız. Kitabın adının geçtiği Arapça kısım yanlış tercüme edilmiş ve bu yanlışlık ilk çevirilerden itibaren hep tekrar edilegelmiştir. Esasında Mesnevî, edebî bir türün, bir yazım tarzının adıdır ve hiçbir esere müstakil ad olamaz. Mevlânâ’nın 'Fîhi Mâ Fîh' adıyla bilinen eseri de öyledir; böyle kitap adı olmaz. Bu da aslında “el-Kâmil” türü bir eserdir ve insan için gerekli bütün bilgiler bu kitapta var demektir” dedi.   "Mevlana insanın varoluş hikayesini anlatır"   Mevlana’nın Mesnevi olarak bilinen Fıkh-ı Ekber adlı kitabının, insanın cennetten yeryüzüne indirilişini, bu dünyadaki hayat hikayesini ve tekrar gideceği yer olan ahiret yurdunu anlattığını belirten Demirli, Mevlana’nın bunu hikayeler ve metaforlarla tasvir ettiğini dile getirdi. Tasavvuf musikisinin en bilinen enstrümanı olan neyin bu kitabın hemen başında Mevlana’nın kullandığı ilk metafor olduğuna dikkat çeken Demirli, "Ney'in hikayesine göre insan bir meçhulden gelmemiştir ve bir bilinmezliğe de gitmeyecektir. Kamışlıktan koparılmış bir ney gibi, bilinen bir varlık olan Allah’tan gelmiştir ve yine ona döndürülecektir. Esasında çevremizdeki her varlık, tıpkı ney gibi bize hep Allah’ı ve asıl yurdumuzu hatırlatır. Neyin hikayesi, asıl yurttan koparılışı, ayrılışı ve yeniden oraya dönüş özlemini anlatır" ifadelerinde bulundu. Bu kavuşma özleminin ya dünyayı insan için bir cennete dönüştüreceğini ya da dünyaya hiç bağlanmama sonucunu doğuracağını ifade eden Prof. Dr. Demirli, her iki halde de insanlar arasındaki bütün tartışmaların, kavgaların, çıkar çatışmalarının, çekememezliklerin son bulacağını belirtti. Aslında insanların bugünü değil hep dünü, geçmişi yaşadıkları için, eski yaşanmışlıklara takılıp kaldıklarından dolayı birbirleriyle anlaşamadıklarına dikkat çeken Prof. Dr. Demirli, Mevlana’nın ise insanın hedefini gelip geçici olandan alıp, hep sonsuza dek kalıcı olana ustalıkla yönlendirdiğini anlattı. "Herkes kendi Mevlana'sını tanımalı"   Mevlana’nın kendi yaşadığı dönemde gereği gibi ve tam olarak anlaşılamadığından yakınan Prof. Dr. Demirli, "Belki bugün de öyledir ama bugün Mevlana ve eserleri, onun döneminden daha iyi anlaşılabilir. Çünkü bu devrin imkanları onu daha rahat anlamamızı sağlamaktadır. Aslında bugün her belde kendi Mevlana’sını tanımalı ve anlamaya çalışmalıdır. Mesela Ankaralılar Hacı Bayram-ı Veli'yi, Çanakkaleliler Ahmed-i Bican ve Muhammed-i Bican’ı, Antalyalılar Elmalılı Vahib-i Ümmi’yi, Sinan-ı Ümmi’yi tanımalıdır. İşte o zaman bir anlamda Mevlana'yı daha iyi anlamış oluruz. Çünkü bu zatlar hep aynı hakikati, kendi topraklarının diliyle anlatırlar" diye konuştu.

 

Özellikle büyük İslam düşünürü Muhyiddin İbnü’l-Arabi ve Sadreddin-i Konevi üzerine yaptığı çalışmalarıyla tanınan Prof. Dr. Ekrem Demirli, Mevlana’nın en meşhur eserinin adının yanlış bilindiğini söyledi.
 

Antalya Mevlevihanesi İrfan Meclisi’nin bu haftaki konuğu, İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ekrem Demirli oldu. Hazreti Mevlana’nın “Mesnevî” olarak bilinen kitabının gerçek adının “Fıkh-ı Ekber” ya da “Usul-i Din” olarak bizzat bu kitabın başındaki Arapça kısımda açıkça kaydedilmiş olduğunu ifade eden Prof. Dr. Demirli, “Bu isimlendirmeyi yerli yerince tespit edemezsek bu kitabı anlayamayız. Kitabın adının geçtiği Arapça kısım yanlış tercüme edilmiş ve bu yanlışlık ilk çevirilerden itibaren hep tekrar edilegelmiştir. Esasında Mesnevî, edebî bir türün, bir yazım tarzının adıdır ve hiçbir esere müstakil ad olamaz. Mevlânâ’nın 'Fîhi Mâ Fîh' adıyla bilinen eseri de öyledir; böyle kitap adı olmaz. Bu da aslında “el-Kâmil” türü bir eserdir ve insan için gerekli bütün bilgiler bu kitapta var demektir” dedi.

 

"Mevlana insanın varoluş hikayesini anlatır"
 

Mevlana’nın Mesnevi olarak bilinen Fıkh-ı Ekber adlı kitabının, insanın cennetten yeryüzüne indirilişini, bu dünyadaki hayat hikayesini ve tekrar gideceği yer olan ahiret yurdunu anlattığını belirten Demirli, Mevlana’nın bunu hikayeler ve metaforlarla tasvir ettiğini dile getirdi. Tasavvuf musikisinin en bilinen enstrümanı olan neyin bu kitabın hemen başında Mevlana’nın kullandığı ilk metafor olduğuna dikkat çeken Demirli, "Ney'in hikayesine göre insan bir meçhulden gelmemiştir ve bir bilinmezliğe de gitmeyecektir. Kamışlıktan koparılmış bir ney gibi, bilinen bir varlık olan Allah’tan gelmiştir ve yine ona döndürülecektir. Esasında çevremizdeki her varlık, tıpkı ney gibi bize hep Allah’ı ve asıl yurdumuzu hatırlatır. Neyin hikayesi, asıl yurttan koparılışı, ayrılışı ve yeniden oraya dönüş özlemini anlatır" ifadelerinde bulundu.
Bu kavuşma özleminin ya dünyayı insan için bir cennete dönüştüreceğini ya da dünyaya hiç bağlanmama sonucunu doğuracağını ifade eden Prof. Dr. Demirli, her iki halde de insanlar arasındaki bütün tartışmaların, kavgaların, çıkar çatışmalarının, çekememezliklerin son bulacağını belirtti. Aslında insanların bugünü değil hep dünü, geçmişi yaşadıkları için, eski yaşanmışlıklara takılıp kaldıklarından dolayı birbirleriyle anlaşamadıklarına dikkat çeken Prof. Dr. Demirli, Mevlana’nın ise insanın hedefini gelip geçici olandan alıp, hep sonsuza dek kalıcı olana ustalıkla yönlendirdiğini anlattı.

"Herkes kendi Mevlana'sını tanımalı"
 

Mevlana’nın kendi yaşadığı dönemde gereği gibi ve tam olarak anlaşılamadığından yakınan Prof. Dr. Demirli, "Belki bugün de öyledir ama bugün Mevlana ve eserleri, onun döneminden daha iyi anlaşılabilir. Çünkü bu devrin imkanları onu daha rahat anlamamızı sağlamaktadır. Aslında bugün her belde kendi Mevlana’sını tanımalı ve anlamaya çalışmalıdır. Mesela Ankaralılar Hacı Bayram-ı Veli'yi, Çanakkaleliler Ahmed-i Bican ve Muhammed-i Bican’ı, Antalyalılar Elmalılı Vahib-i Ümmi’yi, Sinan-ı Ümmi’yi tanımalıdır. İşte o zaman bir anlamda Mevlana'yı daha iyi anlamış oluruz. Çünkü bu zatlar hep aynı hakikati, kendi topraklarının diliyle anlatırlar" diye konuştu.

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve bakayrinti.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.